Yaygın Hastalıklar

Yaygın Hastalıklar : Her yıl hastamı oluyorsunuz : Kronik Hastalığınız mı var : Yapılması Gerekenleri Öğrenin: Troid bezinin gerçekleri: Kansızlık: Demir Eksikliği: Kalp krizi:
Sağlık                                                 Yaygın Görülen Hastalıklar

TİROİT BEZİ

Tiroit ya da kalkan bezi olarak da adlandırılır. Yutağın altında, boyun bölgesinin ön ve yan bölgesini saran çok damarlı yapıya sahip bir iç salgı bezidir.
Yapısı: Soluk borusunun yanlarında bulunan iki lobunu, soluk borusu önünden geçen bir bölüm birleştirir. Keseciklerden oluşur. Bukeseciklerin içinde koloid bir madde bulur. Her iki lobun içinde de "paratiroid" bezi bulunmaktadır. Ortalama bir insanda ağırlığı 20 ile 40 gramdır. Tiroid bezi, iyot, tirozindentiroksin (T4) ve triiyodotironin (T3) ürütiminden sorumludur. Bu sayede ktiroid hormonunun salgılanmasında rol oynar. Tiroid bezi, öteki iç salgı bezleriyle birlikte çalışır. Çalışması özellikle hipofizin salgıladığı uyarıcı tireotrop hormonunun (TSH)etkisine bağlıdır.
Görevi: İnsan hayatında, yaşamak için gerekli kimyasal ve fiziksel olayları düzenlemektedir. Kemiklerin gelişmesini, büyümeyi, cinsel organların gelişmesini, deri ve kıl oluşumunu büyük ölçüde doğrudan etkiler.
Hormonun Az Miktarda Salgılanması Durumunda: Tiroit bezinin az hormon salgılamasından dolayı insan metabolizmasında yavaşlamalar görülür, yorgunluk hissi artar, deride kuruluk görülmeye başlar. Eğer bu hormon erken yaşta az salgılanırsa(özellikle çocukluk döneminde) cücelik ve zihinsel özürlülük görülür, büyüme ve gelişme tam oluşmaz ve hastalık durumunda artış görülür. İnsanların bir çoğu Triot bezinin az çalıştığının farkında olmadıkları için bundan kaynaklı olan hastalığın farkında olmadan hayatlarını devam ettirmektedirler. Bu hasta kişilerde aşır bir yorgunluk, saçlarda dökülme, kilo alma ve sinirsel yapının bozulması nedeni sonucunda depresyon görülmektedir. Özellikle yorgunluk ve halsizlik günlük hayatımızda çoğu zaman çok çalışmaya ve uykusuzluğa bağlandığı için tiroit bezi yetmezliğinden şüphelenen insan sayısı pek azdır. Kadınlarda özellikle 55 yaşından(menopoz döneminden) sonra bu hastalığın gözlenme sıklığı daha da artar. Her 10 kadından birisinde tiroit yetmezliği görülür. Bazı kadınlar bu belirtilerin menopoza bağlı olduğunu sanarak yorgunluk, halsizlik ve unutkanlık içinde yaşamaya zamanla alışırlar. Bazı kişiler ise önceden tiroit ameliyatı geçirmiştir ve günün birinde tiroit hormon yetmezliği gelişebileceği riskini bile akıllarına getirmezler. Oysa ameliyat geçiren tiroit hastaları ya da radyoaktif iyot tedavisi gören insanlar belirli aralıklarla tiroit hormon kontrollerini yaptırmak zorundadırlar. Belki bu kişilere hastaneden ayrılırken bu konu söylenmemiş olabilir.Çünkü toplumumuzda maalesef bu tip olaylara dikkat edilmiyor. Çok uyuyan, üşüyen, eli yüzü şişen bir kişide de tiroit bezi yetmezliği olabilir. Kilo alımının bir nedeni de tiroit bezinin az çalışmasıdır. Kilo vermek istediği halde bir türlü zayıflayamayan insanlar özellikle bayanlar tiroit bezi az çalışıyor olabilirler. Fakat bunu fark etmiyorlardır. Bu yüzden düzenli aralıklar ile chek-up yaptırmak her zaman gereklidir. Bu yüzden böyle sorun yaşayan insanlar bir çok diyet yöntemleri düzenli uygulamalarına rağmen bir türlü kilo veremezler. Depresyon sorunu olan kişilerde de hipotiroidi sık olarak bulunabilir. Bu yüzden bir psikiyatri veya Endokrinoloji uzman ile görüşüldüğü zaman bu tip olaylar göz önünde tutulmalıdır. Depresyonda iseniz kesinlikle tiroit hormonunuza baktırmalısınız. Diğer hormon yetersizlikleri ve kan şekerindeki düşüklükler de bazı kişilerde depresyona neden olabilir. Çocuğunuzun dişleri geç çıkıyorsa, geç yürümeye başlıyorsa, geç konuştuysa, sık sık enfeksiyona yakalanıyorsa veya okulda yaşıtlarından farklı bir algı sorunu varsa, konsantrasyonu bozuk ve hiperaktif ise tiroit yetmezliği yönünden mutlaka bir doktor ile görüşmelisiniz. Şeker hastalığınız varsa bu durum tiroit yetmezliği oluşması riskini arttırır. Bu nedenle yılda bir defa TSH hormonu ölçtürmekte ve düzenli kontrollerinizi yaptırmakta büyük yararlar görebilirsiniz. Ailenizden birisinde tiroit yetmezliği varsa sizde veya çocuklarda ortaya çıkma riski çok yüksektir. Bu nedenle anti-TPO antikor ve TSH ölçümlerini hem kendinize hem de çocuklarınıza yaptırınız. Unutmayın erken teşhis büyük kazanç sağlar. Tiroit bezi yetmezliği olan bazı kadınlar adet bozukluğu görülebilir. Bu tip hastalarda Kadın Doğum uzmanlarına giderek sorunları hakkında daha detaylı bilgi alabilirler. Eğer tiroit hormonlarının ölçümü unutulursa ve altta tiroit bezi yetmezliği varsa tedaviden sonuç alamazlar. İstediği halde çocuğu olmayan (kısır kişiler) veya sık düşük yapan kadınların bazılarında tiroit yetmezliği veya kanlarında tiroit bezine ait anti-TPO antikor yüksekliği gözlenebilir. Böyle durumda olan bayanların mutlaka tiroit hormon tetkikleri yaptırması gerekir, aksi takdirde uygulanacak tedavilerden fayda görme olasılıkları zaman içinde giderek azalır. Göz altları şiş, çok uyuyan, üşüyen ve kansızlığı olan ve seks isteği azalmış kişilerde de tiroit yetmezliği olabilir. Kan kolesterol düzeyi yüksek olan bu amaçla doğrultusunda kolesterol düşürücü ilaçlar kullanan ve ya diyet yapan bazı kişilerde kolesterol miktarı bir türlü azalmaz. Bu kişilerin bazılarında tiroit hormon yetmezliği olabileceği ve bu nedenle kolesterolün yüksek olabileceği akla gelmediği için çabaları boşuna gidebilir. Kansızlığı olan kadınların bir kısmında tiroit yetmezliğine bağlı demir ve B12 vitamin eksikliği görülür. Tiroit bezi yetmezliği TSH, serbest T3 ve serbest T4 hormonlarının ölçülmesiyle kolayca tespit edilebilir böylelikle de tedavisine başlanabilir.

TROİT Hakkında Her şey

Troit hakkında bilinmesi gerekn her şey. Uzman doktorlar tarafından Troit bezi ve salgıladığı hormonlar hakkında faydalı bilgiler.

Tiroit bezinin az çalışması (hipotiroidizm) durumunda; vücutta oluşan ufak yaralarda bile iltihaplanma oluşması artar, kireçlenmeler, kolloid şişkinliği (guatr) gibi rahatsızlıklar ortaya çıkar.
Tiroid bezinin aşırı çalışması (hipertiroidizm)durumunda; parankimanın (özek doku) şişmesi sonucunda oluşur ve Basedow, Plummer hastalıklarını yapar.
Not: Salgının üretiminde değişiklik olmadığı halde vücutta iyotsuzluk ya da iyot azlığı görülebilir. Bunun sonucu ise ortaya çıkan basit şişlikler, adenomlar (bez urları), kistler, kanser hastalıkları görüşebilir. Paratiroit bezi, tiroidin arkasında mercimek şeklinde 4 tane küçük bez halinde bulunur. Her bir bez ince kapsüle sarılmış haldedir. Paratiroid bezlerinden salgılanan hormona “Parat” hormon adı verilir. Parat hormonu protein yapıdadır. Bu hormonun görevi, kemiklerden kana kalsiyum geçişini sağlar. Kanın kalsiyum iyonu düzeyini sabit tutar.
Hipertiroidizm:
Tiroit bezinden aşırı derecede tiroit hormonu (T4 ve T3) salgılanması sonucunda oluşan bir hastalıktır. Bu hastalığa tirotoksikoz ismi de verilebilir. Hipertiroide neden olan hastalıklar başlıca şunlardır:
  • Graves hastalığı
  • Toksik nodüler guatr (Bezdeki sıcak bir nodülden aşırı hormon salgılanması durumu)
  • Tiroid bezinin iltihapları (tiroiditler)
  • Aşırı iyod alınması (nodülü olan hastaların iyodlu tuz veya iyodlu öksürük şurubu içmek)
  • Aşırı tiroid hormonu alınması (Tiroit hormon ilaçlarının aşırı alınması)

Graves Hastalığı: Nedeni bilinemeyen otoimmün bir hastalıktır. Bu hastalıkta vücut tiroit bezine karşı TSH reseptör antikoru üretir.Üretilen bu antikorlar ise tiroit bezine etki ederek aşırı şekilde hormon üretimine neden olur. Bu antikorların nasıl oluştuğu henüz tıp düntasında bilinmemektedir. Bu tip hastalarda fiziksel olarak guatr ve gözlerde öne doğru çıkma-fırlama olarak kendini gösterir. Hipertiroidili hastaların çoğunda (%70-80) Graves hastalığı gözlenmiştir.
Sıcak Nodüller: Hipertiroidi bulunan hastaların % 5’inde sıcak nodül bulunur. Tiroit bezinin iltihaplanması sırasında, hastalığın ilk aşaması olan hipertiroidi gelişebilir. Tiroit bezi iltihaplarının en belirgin özelliği ise; boyunda ağrı oluşur. Bazı hastalarda ise ateş vardır.
Hipertiroidisi olan bir hastada şu şikayetler ve bulgular gözlenir :
  • Kilo kaybı
  • Kaslarda zayıflık
  • Ellerde titreme
  • Uyumada zorluk
  • Çarpıntı
  • Saçlarda incelme ve dökülme
  • Ciltte incelme ve nemlilik ve aşırı terleme
  • Bağırsak hareketlerinde belirgin bir şekilde aşırı çalışma
  • Sinirlilik
  • Gözlerde ileri doğru fırlama
  • Adetlerde bozulma
  • Tiroit bezinde büyüme (guatr) oluşması
  • Sıcağa tahammül edememe
  • Erkeklerin göğüslerinde büyüme
  • Kemik erimesi (Osteoporoz)

Hipertiroidi Tedavisi:
Hipertiroidi rahatsızlığı tedavi edilmezse hastada ciddi sonuçlara yol açabilir. Örneğin: Kilo kaybı devam eder hatta artar, kalpte ritm bozukluğu gözlenmeye başlar, kalp yetmezliği kendini göstermeye başlar, bir iltihap veya enfeksiyon sırasında tiroit krizi, şok ve ölüm ile sonuçlanabilir. Hipertiroidi tedavisinde 3 yöntem vardır : İlaç tedavisi
Radyoaktif iyod tedavisi
Cerrahi operasyon (ameliyat)
İlaç Tedavisi: Hipertiroidisi rahatsızlığı olan bütün hastalara kanda yüksek miktarda bulunan tiroit hormonlarını normal düzeye indirebilmek için standart olarak ilaç tedavisine başlanır. İlaç olarak kimyasal ismi propiltiourasil olan ilaç (Propycil tablet fiyatı ucuzdur) veya kimyasal ismi metimazol olan ilaç (Thyromazol tablet) ve beraberinde nabız sayısını azaltacak ilaçlar kullanılır. İlacın dozunu doktor hastaya göre ayarlar.Doktor, hastayı ilaç tedavisine başladıktan 6-8 hafta sonra tekrar kontrole için yanına çağırır. Hormonlarınızın durumuna göre ilaç dozunu ayarlar. Doktorun haberi olmadan ilaç kesilirse hastalık tekrar alevlenir veya nüks edebilir. Böylece o zamana kadar yapılan tedavi de boşa gitmiş olur. Bu yüzden ilaç tedavisi doktorunuza danışılmadan kesinlikle yarıda bırakılmamalıdır. İlaç tedavisi sırasında ateşiniz çıkar ve ya boğazda ağrı olursa hemen doktorunuza başvurmanız gerekir. Bu durum kanda beyaz hücrelerin (Lökosit) çok azaldığı gözlenir. Çok nadir olan bu durum oluşursa ilaçlar kesilerek radyoaktif iyot tedavisi olan ikinci adıma geçilir. Tedavi sırasında karaciğer enzimlerinde hafif yükselmeler olabilir. İlaçlar doktor tarafından kesildikten sonra hastalık ilk 6 ayda % 30-50 olasılıkla nüks ettiği için ilaç kesildikten sonra da tekrar kontrol yaptırılır. Sıcak nodul varsa ilaçlarla hormonlar normal düzeye getirildikten sonra radyoaktif iyot tedavisi veya ameliyat yapılır. İlaç tedavisiyle hastalığı düzelen hastalarda ilaç kesildikten sonra hastalık tekrar nüks ederse kesin tedavi dediğimiz radyoaktif iyot tedavisine geçilir.
Hastalığın Nüks Etmesi Durumunda:
  • Guatrın büyük olması
  • Genç yaştaki hastalarda
  • Hastalığı başlangıçta şiddetli olanlarda
  • Başlangıçta oftalmopati (gözlerde dışarı fırlama) olanlarda
  • Sigara içenlerde
  • İyotlu tuz kullananlarda veya iyotlu öksürük şurubu içenlerde
  • TPO antikorları yüksek olanlarda
  • Hormonları normale getirebilmek için yüksek doz antitiroid ilaçlara ihtiyaç olan hastalarda
  • TSH düzeylerindeki düşüklüğün düzelmediği hastalarda

Radyoaktif İyot Tedavisi Gören Hastalara İçin Yararlı Bilgiler:
  • Hastanın kullandığı çatal, kaşık ve bıçak başkası tarafından kullanılmaz.
  • Bulaşıklar kesinlikle bulaşık makinesinde yıkanmalıdır.
  • Yeni doğan çocuklar (8 yaş altı çocuklar) ve gebe kadınlarla yakın temas yasaklanır.
  • Bayan hastanın bebeği emzirmesi yasaklanır.
  • Tuvalet sonrası tuvalet 2 kez yıkanmalı ve eller iyice dezenfekte edilmelidir.
  • Boğazda veya boyunda ağrı olursa aspirin veya diğer benzer ilaçlar faydalı olabilir.
  • Sinirlilik, ellerde titreme veya çarpıntı olursa doktora başvurmalıdır.


DİYABET = ŞEKER HASTALIĞI

Şeker hastalığı günümüzde herkesin baş belası olmuş durumda. Ama bu hastalığın bir suçu değil bilakis insanlarımızın suçudur. Gençliğinde bir şey olmaz ye , sen gençsin yemen lazım gibi cümleler, daha da önemlisi bayram veya özel günlerde tüketilen kişi başı en az 1 kg tatlılar sonucunda ortaya çıkmış bir hastalık. Tamam tüm diyabet rahatsızlığı olan böyledir demiyorum tabi ki de. Ama Türk toplumunun %80-85'i tatlıya karşı dirençsizdir.Türkiye’de yaklaşık 5 milyon diyabet hastası var ve bu kişilerin 1,5 milyonu diyabet hastası olduklarının farkında değiller. Diyabet tanısını erken koymak ve tedavisine erken başlamak daha sonra gelişecek sağlık problemlerini önler.Bunun için de daha araştırmacı olalım. Okumak, rahatsızlığı hakkında bilgi edinmek yerine daha çok tatlı yemiyorum ondan böyle oluyorum gibi cümleler ile kendilerini korumaya çalışırlar. Bu konu da güzel bir atasözümüzü söylemek nokta atışı hedefi vurmak olur. "Yiyen dikilir, Yemeyen yıkılır!".

Diyabet Nedir?
Vücudumuz için önemli hormonların başında gelen İnsülin kaynaklı bir hastalıktır. Pankreas'ımızın üretememesi veya üretilen İnsülin hormonunnun etkili bir şekilde vücutta kullanılamamasından oluşur. Yani daha değişik bir anlatım ile, insanın yediği besinlerden kana geçen şekeri kullanamaz ve kan şekeri düşer. Aslında şeker diye söz ettiğim "Glukoz'dur". Konuyu biraz daha açmak gerekir ise. Yediğimiz bir besin vücudumuzda parçalanır. Vücutta enerji verici kullanılmak amaçlı Glukoza (bir çeşit şeker) dönüştürülür. Pankreasın ürettiği İnsülin hormonu sayesinde hücreler bu glukozu kan içerisinden hücre çeperinde tanımlayarak hücrenin içine alır. Eğer vücutta fazla miktarda Glukoz var ise Karaciğerimiz devreye girerek depo görevini üstlenir. Eksikliği halinde ise Karaciğer deposunda bulunan Glukoz'u vücuda salar. Bir insanın açlık durumunda Glukoz Seviyesi 120mg/dl'dir. Bu yüzden hastanedeki şeker tahlillerine aç gelmenizi belirtirler. Bilinen iki çeşit Diyabet hastalığı vardır.

Tip 1 Diyabet
Vücuttaki İnsülin hormonunun eksikliği durumunda ortaya çıkan diyabet rahatsızlığına Tip 1 Diyabet Hastalığı olarak tanımlanır. Özellikle gün içerisinde fazla miktarda enerji harcayan kişiler, çocuklar ve gençlerde görülür. Bu yüzden, doktorlar arasında " Juvenil Diyabet" olarak da isimlendirilir. Konuyu biraz daha ayrıntılı anlatmak istiyorum. Öncelikle şunu belirteyim eğer vücudunuzda Tip 1 Diyabet var ise, daha fazla şekerli ürünler yemek bunu çözemez aksine farklı hastalıkların oluşmasına yol açabilir. Pankreasta İnsülin üretiminden sorumlu olan ve beta hücreleri olarak tanımlanan yapıların zorar görmesi sonucunda İnsülin üretemez hale gelirler. Bu durumun kesin bir çözümü yoktur. Tip 1 Diyabet Rahatsızlığına yakalanan bir hasta Ömür boyunca dışarıdan İnsülin takviyesi almak zorundadırlar. Diyabet rahatsızlığının %10'nu Tip 1 olarak görülmektedir.

Tip 2 Diyabet
Toplumun %90'ı Tip 2 diyabet hastasıdır. Bu da çok önemli bir rakama karşılık gelmektedir. Hekimlerce oldukça sisnsi bir hastalık olarak adlandırırlar. Çünkü kolay kolay kendini belli etmez. Kesin bir belirtisi yoktur.Ancak ve ancak şeker ölçümünüzü yaptırdığınız zaman kendisini belli eder. Buradan da bir kez daha düzenli check-up yaptırmanın insan sağlığı açısından ne kadar önemli olduğunu anlayabiliriz. Tip 2 diyabet hastalığı daha çok orta yaşlarda ve yaşlı insanlarda görünmektedir. Gençliğinde hiç bir bulguya rastlanmayan bir kişi yaşlılığında bir anda Tip 2 Diyabet Hastası olduğunu öğrenebilir. Daha açık bir dille toparlamak gerekirse. Hücreler kanda bulunan Glukozu alamazlar ve sinyal gönderirler. Pankreas daha çok İnsülin salgılamaya başlar. Hatta bir süre sonra Karaciğerde Glukoz yetersiz sinyalini alınca o da kana Glukoz vermeye başlar. Şimdi ne oldu; Kanda aşırı miktarda Glukoz(yani şeker) gezinirken hücreler alamıyor ve kanda aşırı miktarda şeker birikimine yol açıyor.

Diyabet Belirtileri
  • Ağzınızda aşırı derecede kuruluk hissetmeye başlarsınız. Su içseniz de bu his geçmez.
  • Sık sık idrarınızın gelmesi.
  • Yemekten yeni kalkmış olsanız dahi, açlık hissi.
  • Cildin tahriş olması, Yaraların geç iyileşmesi, Ciltte kuruluk hissi, kuru ve kaşıntılı bir cilt.
  • Ellerinizde ve ayaklarınızda uyuşmalar artması, karıncalanmanın oluşması.
  • Sık sık hastalanmanız.

Tedavi Yöntemleri
Diyabet hastalarının öncelikle önem vermesi gereken en önemli şey beslenmedir. Başlangıç olarak beslenmenize dikkat edeceğinize kendinize söz verin. Hatta, kendinizle anlaşma yapın ve ödüllendirin. Çünkü beslenme alışkanlığı gerçekten bu konuda önemli bir adım. Neden mi? Kan şekerinizi kontrol etmeniz gerekiyor. Ne fazla şeker, ne de az. Kan şekerinizi normal seviyede tutmanız gerekiyor. Günlük yediğiniz yiyecekleri yemeden önce kendinize bir kaç soru sorun;
  1. Yediğim bu yiyecek aça kan şekerimi hangi yönde etkileyecek?
  2. Günlük ihtiyacım olan kalori (enerji)'in yüzde kaçını bu besinden alabilirim?
  3. Gerçekten bu besine ihtiyacım var mı?
Günlük öğün saatlerinizi aksatmayın. Düzenli bir şekilde yemek yemeye çalışın. Yemek yemeği bir düzene sokmanız gerekiyor, bu sizin için hayati öneme sahip. Bu yiyeyim ne olur sanki? , bir kereden bir şey olmaz, Görüyorsunuz ne zamandır yemiyordum bir tane fazla yesem sanki ne olur. Çevrenizdeki insanlar sizin kötülüğünüzü istemiyorlar. Onlara düşman gözüyle bakmayın. Eğer gerçekten sizi önemsiyorlarsa ve sizin için bir şeyler yapma çabasındalar ise bunu size yemeğinize karışarak göstermekten başka hiç bir şey ellerinden gelemez. Bir diyetisyen ile kesinlikle görüşün. Size uygun; yaşınız, kilonuz, boyunuz ve daha bir çok özelliğinize göre size özel bir diyet verecektir. Tabii bu diyete sadık kalmak sizin elinizde. Daha ayrıntılı bilgi alabilmek için bakınız.

Egzersiz sağlığınız için bir dayanak noktası olduğunu unutmayın. Ben hasta değilim bana gerek yok mantığı ile egzersize yaklaşmayın. Diğer yönden ben hastayım yapamıyorum demeyin. Önemli olan burada kendi fiziğinize uygun egzersizleri yapabilmek. Diyabet rahatsızlığında egzersiz, beslenme alışkanlığı kadar önemlidir. Peki bu egzersiz neden bu kadar önemli derseniz; spor yapmak vücuttaki yiyeceklerin yakımını hızlandırdığı için vücudunuzun kan şekerini düşürerek dengelenmesine yardımcı olur. Fiziksel olarak size zindelik verir. Kendiniz hadi bugün spora başlıyorum kararını alıp başlamayın. Öncelikle yapmanız gereken bunu doktorunuz ile görüşmek. Eminim o size uygun olan egzersizleri ve süreleri hakkında bilgilendirmeyi yapacaktır. Size uzun süreli egzersizleri kimse önermez. Sizin yapabileceğiniz basit, 5 ile max 10 dakika arasında olan egzersiz hareketleridir( Gözünüz korkmasın yani). Sizin içi bir kaç basit egzersiz. Zaten siz bunları gün içinde istemeden de olsa yapıyorsunuz fakat düzenli yapmıyorsunuz.

  • Asansör yerine merdivenleri kullanmaya özen gösterin. Kendinizi sakın zorlamayın.
  • Arabanızı her zaman aynı yere park etmeyin. Evinizin önüne park etmek yerine biraz daha uzak yerleri tercih edin.
  • Yürüyerek gidebileceğiniz mesafelerde asla arabaya binmeyin.
  • Alış-verişi size en yakın olan köşedeki bakkal veya market yerine, biraz daha uzak olanları tercih edin. Ve ya başka bir öneri ise, gün içerisinde bir kaç defa gidip gelin.
  • Otobüse bir durak sonra binmeye çalışın veya ineceğiniz yerden bir durak önce inin.

Daha Ayrıntılı Bilgi için:Türkiye Diyabet Vakfı

Böbrek Taşı

Böbrekler bel kemiğinin iki yanında, kaburgaların hemen altında yer alan, yumruk büyüklüğünde, fasulyeye benzeyen bir çift organdır. Başlıca işlevleri kanın fazla suyunu ve artık maddelerini süzmektir. Bu maddeler idrar şeklinde ureter denilen kanallarla böbrekten mesane'ye (sidik torbası'na) aktarılır ve buradan da uretra yolu ile dışarıya atılır. Böbrekler aynı zamanda 3 önemli hormonu da üretirler. Bunlar kemiklerde kırmızı kan hücrelerinin üretimini harekete geçiren eritropoetin, kan basıncını düzenleyen renin ve sağlıklı kemikleşme için gerekli olan D vitamini.

DOKTORUM : KUM DÖKME VE BÖBREK TAŞI HAKKINDA HERŞEY

DOKTORUM PROGRAMINA KATILAN DEĞERLİ UZMANLARIN KUM DÖKME VE BÖBREK TAŞI HAKKINDA VERDİKLERİ ÖNEMLİ BİLGİLER


Böbrek Taşı Nedir Normal idrarın içeriğinde bulunan özellikle Ürik asit ve kalsiyum gibi maddeler kristalleşerek böbrek içinde taş olarak adlandırılan yapıları oluştururlar. Tıbbi adı Nefrolitiazis'dir. Oluşan bu taşlar golf topu kadar büyük olabileceği gibi kum tanesi kadar küçükte olabilirler. Düzgün yuvarlak, sivri, asimetrik vb. çeşitli şekillerde olabilirler. Çoğu taş sarı-kahverengi renklerdedir. Ancak kimyasal bileşimine göre bronz rengi, altın veya siyah renkli taşlar da görülmektedir. Bazıları hiç belirtir vermeden böbrekte kalabilirler. Bazıları ise ureterler, mesane ve uretra boyunca yer değiştirirler ve idrarla dışarı atılabilirler. Küçük olan taşlar herhangi bir belirti vermeden veya çok az bir rahatsızlıkla dışarı atılabilirken daha büyük olan taşlar çok şiddetli ağrılara sebep olabilirler. İdrar geçişini önleyebilen tehlikeli tıkanıklıklar oluşturabilirler.

Oldukça sık görülen bir rahatsızlıktır. Erkeklerin % 10-15'i, kadınların ise %5'inde görülür. Genellikle 20-30 yaşlarında ortaya çıkar. Erkeklerde bir kez taş oluşmuş erkeklerin 2/3 ünde ortalama 9 yıl içinde taş tekrarlamaktadır.

Sebepler kesin olarak bilinmemektedir. Bazı araştırmacılar içilen suyun çok fazla sert olması veya çok fazla yumuşak olmasının etki edebileceğini söylemektedirler. Bunun için aldığınız suların içeriğini okumayı ihmal etmeyin. Aşırı alkol tüketimi, gut hastalığı da sebepler arasındadır. Bazı araştırmacılar ise aşırı sıvı kaybına neden olan sıcak iklimlerde böbrek taşının daha sık rastlandığını incelemeleri sonucunda ortaya koymuşlardır. Bir takım yiyeceklerin böbrek taşına neden olduğunu iddia etmektedir.

Supersaturasyon Teorisi: ( aşırı doygunluğa bağlı kristalleşme teorisi.) En yaygın teoridir. Vücudun susuz kalmasına bağlı olarak idrar'da ki sıvı oranı ile çözünen katı maddeler arasında dengesizlik oluştuğuna inanılır. Bu çözünmüş atık maddeler ile aşırı yüklenen idrar bir noktada doygunluğa uğrar ve bu noktadan sonra atık maddeler yavaş yavaş birikerek kristalizasyona ve taş oluşumuna sebep olur. Bu nedenle taş oluşumunu engellemek için çok miktarda su içilmesi önerilir. Normal idrar kristalleşmeyi engelleyen inhibitörleri içermektedir. Bazı kişilerde bu inhibitörler yeterli görevi yapamamakta, kristalleşmeyi ve dolayısıyla taş oluşumunu engelleyememektedir.

Böbrek Taşlarının Tipleri
Böbrek Taşı Çeşitleri

Kalsiyum Taşları tüm böbrek taşlarının yaklaşık % 70-80'i kalsiyum oksalat, veya kalsiyum fosfat ya da her ikisinin bileşiminden oluşur. Kalsiyum diş ve kemik sağlığında önemli rol oynar. Kalsiyumun fazlası idrar yolu ile vücuttan uzaklaştırılır. Kalsiyum taşı oluşan hastaların %40'ın da sebebi bilinmeyen ailevi geçişli kalsiyum metabolizması bozukluğu vardır. Ender olarak kalsiyum metabolizmasını harekete geçiren Parotiroid hormonunu aşırı miktarlarda üreten Paratiroid bezi tümörü sebep olmaktadır. Furasemid gibi diüretikler, kalsiyum bazlı antasitler ve steroidler de hiperkalsiüri'ye neden olabilmektedir. Aynı zamanda bazı bağırsak hastalıkları, A ve D vitamininin çok yüksek miktarlarda alınması, et, tavuk, balık gibi yiyeceklerin aşırı alınması da sebep olabilmektedir. Diyette B vitamininin çok az veya C vitamininin çok fazla olması ile kalsiyum oksalat taşlarının oluşumu arasında bir ilişki kurulmaktadır.

Ürik Asit Taşları: Ürik asit vücutta protein yıkımı sonucu normal olarak oluşur ve idrarla atılır. Özellikle erkeklerde ürik asit böbrekler ve eklem yerlerinde birikebilir. Eklemlerde ürik asit birikmesi ailevi geçişli olan gut hastalığında görülür. Böbreklerde birikmesi ürik asit taşları oluşur. Böbrek taşlarının %5-23'ü (çoğunlukla erkeklerde olmak üzere) ürik asit taşlarıdır. Ürik asit taşlarında genetik faktörlerin de rol oynamaktadır. Yüksek proteinli diyet alanlarda ürik asit taşı oluşma olasılığı artmaktadır.
Enfeksiyon taşları: Tüm taşların yaklaşık %20'sini oluştururlar. İdrardaki ürenin bakteriler tarafından bozulması ile asit seviyesi artan idrarda oluşan amonyak ve magnezyumun kristalleşmesi enfeksiyon taşlarına neden olmaktadır. Üriner sistem enfeksiyonu geçirmeye daha yatkın olan kadınlarda erkeklere oranla daha sık olarak görülmektedir.
Sistin Taşları: Sistin sinir kas ve bazı dokuların yapı taşı olan amino-asitlerden biridir. Ailevi bir hastalık olan sistinüri; böbrekler de sistin taşları oluşur.
Hafif Belirtilerde Tedavi: Yapılan tetkiklerle bulunan taşın çapı 4 mm. den küçük ve belirtiler de çok şiddetli değilse, hastanın her gün içtiğinin birkaç katı daha fazla su içmesi önerilir. Bu idrarla birlikte taşın atılmasına ve başka taşlar oluşmasını engellemeye yardımcı olur. Birkaç hafta veya ay gözlemlenir. Aynı zamanda doktorun verdiği diyete dikkat etmesi kesinlikle önerilir. 1-2 hafta sonra tekrar röntgen veya ultrason tetkiki yapılarak taşın üriner sistem boyunca daha aşağılara ilerlediği görülür ise tedaviye devam edilir. Herhangi bir değişiklik olmaz ise başka tedavi yöntemlerine geçilir. Hareketsiz bir yaşam yerine bolca hareket etmek gerekir. Yürüyüş yapmak taşın düşürülmesinde büyük ölçüde yarar sağlayacaktır. Bekleme esnasında taş hareketi ile oluşan ağrıların giderilmesi amacıyla ağrı kesiciler kullanılabilir. Taşın kimyasal analizini kesinlikle yapılmalı. İleride taş oluşumunu engelleyebilecek diyetler uygulanmalıdır.
Taşın Çıkarılması: Kendiliğinden düşmeyen çok fazla ağrı ve kanamaya neden olan büyük taşlar, idrar akışını durdurabilir. Kalıcı böbrek hasarına sebep olabilir. Tehlike oluşturduklarından dolayı çeşitli tedavi yöntemleriyle vücuttan çıkması sağlanır.

Ureteroskopi: Bu yöntem ile orta veya alt üriner sistemin küçük taşlarının çıkarılması için kullanılır. Cerrahi bir işlem gerek yoktur. Lokal veya genel anestezi uygulanabilir. İnce, uzun, bükülebilen aletle urethradan mesaneya girilir. Önceden tespit edilmiş taşın yerine ulaşılır. Kullanılan bir aletle çıkarılır. Diğer bir yöntem ise, Laser kullanılarak kırılır. Bu tedaviden sonra hastaya birkaç gün için silikon bir tüp takılır.

Litotripsi:(Taşın kırılması) Özellikle son 20 yıldır hızla gelişen teknikler sayesinde böbrek taşları çeşitli yöntemlerle kırılarak toz haline getirilmektedir. Uygulama, şok dalgalarını veya ses dalgalarını kullanan litotripter olarak adlandırılan makineler geliştirilmiştir. Son yıllarda geliştirilen modern litotripterler taşları oldukça küçük parçalara ayırabilmekte ve iyice ufalanan taş parçacıkları idrarla kolayca atılabilmektedir. Hastaya gevşemesi için bir sakinleştirici verilir. Lokal veya genel anestezi uygulanır. İşlem genelde bir saatten uzun sürer. Hasta birkaç gün içinde normal günlük yaşamına dönebilir. Bu hastanın vücut direncine göre değişebilir. Bazı durumlarda taş kırma seansının tekrarlaması gerekebilir.

DOKTORUM : LAZER İLE BÖBREK TAŞI KIRMA OPERASYONU

DOKTORUM PROGRAMINDA CANLI CANLI BÖBREK TAŞI KIRMA GÖRÜNTÜLERİ

KALP KRİZİ

Kalp krizlerinin çoğu koroner arterlerde (kalp kasına kan ve oksijen taşıyan atardamarlar) oluşan pıhtılar (trombüs) sebebiyle meydana gelir. Pıhtılar genelde ateroskleroz sonucu meydana gelen değişiklikler yüzünden daralmış koroner arterlerde oluşur. Arter duvarının içindeki aterosklerotik plak bazen çatlar ve bu da pıhtı oluşumunu tetikler. Koroner arterlerdeki pıhtılar kalp kasına kan ve oksijen akışını engeller, bu da o bölgedeki kalp hücrelerinin ölümüne sebep olur (nekroz). Hasar gören kalp kası kasılma yeteneğini kaybeder ve kalbin gerikalan kısmı hasar gören bu bölümün işini de yapmak zorunda kalır. Hasar görenkısım önemli bir miktarda ise (örneğin sol karıncığın ventrikülün- %40'ından fazla ise) yaşam mümkün olmaz.

Kalp Krizini Tetikleyen Faktörler
Bir takım risk faktörlerinin varlığında kalp damar hastalıklarına yakalanma riski ve bunun sonucu olarak da kalp krizi geçirme riski artmaktadır. Peki, kalp damarlarında darlıklar bulunan ve kalp krizi geçirme riski yüksek olan hastalarda kalp krizini tetikleyen faktörler nedir? Bilim alanında yapılan çalışmalarda, bazı faktörlerin kalp krizini tetiklediği açık bir şekilde görülmüştür. Bu maddeleri şu şekilde sıralayabiliriz:
  • aşırı fiziksel yorgunluk
  • öfke, kızgınlık
  • negatif kişilik yapısı
  • alkol
  • kahve
  • trafik
  • hava kirliliği
  • ağır yemek
  • kokain
  • seksüel aktivite
  • geçim sıkıntıları
Kalp Krizinin Belirtileri Nelerdir?

DOKTORUM : KAL KRİZİ ÖNCESİ VE SONRASI HERŞEY

DOKTORUM PROGRAMINA KATILAN DEĞERLİ UZMANLARIN KALP KRİZİ VE ÖNLEMLERİ HAKKINDA VERDİKLERİ ÖNEMLİ BİLGİLER

Göğüs ağrısı: Kalp krizinin enbelirgin özelliklerinden biri göğüs ağrısıdır. Göğüsteki ağrı mutlaka ciddiye alınmalıdır. Bilim adamları kalp krizinin ilk belirtisinin göğüs ağrısı olduğunu söylüyorlar. Fakat yapılan araştırmalar her göğüs ağrısının kalp krizi olmadığını da gösteriyor. Bunun için panik yapmamak ve belirtileri doğru bir şekilde tespit etmek gerekiyor. Kalple bağlantılı ağrılar yirmi dakikadan uzun sürdüğü görülmüştür. Kalp krizinin ağrısı göğüsün arkasında ve en az yumruk kadar bir alanı kaplar. Parmak ucu veya iğne başı kadar ağrılar kalp ağrısı değildir. Sırta, çeneye veya her iki kola yayılabilir. Genellikle daha önce yaşanmamış bir şekil ve şiddette olur. Baskı, sıkıştırma veya ağırlık tarzındadır. Bıçak tarzında batıp çıkan ağrılar kalp krizi değildir. Devamlıdır. Beraberinde bulantı, soğuk terleme, baygınlık hissi getirdiği unutulmamalıdır. Bazen karnın üst kısmından da başlayabilir. Uyuşma veya karıncalanmalar kalp krizi ağrısı değildir. Kadınlarda ise kalp krizinin geldiğini gösteren belirtiler arasında göğüste bir yanma hissi de görülmektedir. Kısaca özetlemek gerekir ise en önemli belirtileri şu şekilde sıralayabiliriz:
Baş dönmesi: Kalp krizi belirtileri arasında baş dönmesi ve bilinç kaybı da görülebilir. Çünkü kalp ritmindeki bozukluklardır.
Güçsüzlük: Özellikle kadınlar kalp sorunlarında bir anda güçsüz hissettiklerini söylüyorlar. En hafif eşyaları bile kaldırmakta zorlandıklarını belirtiyorlar.
Nefes darlığı: Astım ya da akciğerde sorun varmış gibi nefes alıp vermekte güçlük çekmek de kalp krizinin belirtileri arasındadır. Uzmanlar bazen kalp krizinin göğüste ağrıyla değil de nefes darlığıyla başlayabileceğini söylüyorlar.
Şişkinlik:Kalpteki sorun zaman zaman şişkinlik yapabilir. Aynı zamanda ani kilo alma ya da iştahsızlık olarak da kendini gösterebilir.
Başka bölgelerde ağrılar: Birçok kalp krizinde ağrı göğüste başlar ve oradan omuzlara, kollara, sıra, boyuna, çeneye ya da karın bölgesine sıçrar. Hatta bazen göğüs ağrısı olmasa da bu bölgelerde ağrı olabilir. Erkeklerde genelde sol kolda ağrı görülür. Kadınlarda ise her iki kolda ağrı ya da omuzla ağrı olabilir.
Yorgunluk:Özellikle kadınlarda daha önce olmayan yorgunluk kalp krizi belirtisi olabilir. Her zaman yorgun hissedildiğinde şüphelenmek gerekir. Fakat her yorgunluk da kalp krizi belirtisi değildir. Ama sürekli alışık olmadığınız bir yorgunluğunuz varsa siz yine de doktora başvurun.
Huzursuzluk: Kalp krizi genelde ölüm korkusuyla birlikte gelir. Nefes alamama, kendini iyi hissetmeme gibi belirtiler gösterebilir.
Terleme: Soğuk soğuk terlemek de şüphelenilmesi gereken bir durumdur. Oturduğunuz yerde sebep siz yere terliyorsanız kalp krizi belirtisi olabilir. Bu durumu hafife almamalısınız.
Mide bulantısı ve iştahsızlık: Kalp krizinden önce mide bulantısı ya da kusma çok rastlanmayan belirtilerdendir. Kadınlarda daha sık görülebilir. Ancak erkeklerde bu durum çok nadirdir. Aynı zamanda yutkunma zorluğu ve iştahsızlık da belirtiler arasındadır.
Hızlı ya da düzensiz çarpıntı: Kalp atışlarındaki düzensizliğin ciddiye alınması gerektiği belirtiliyor. Ayrıca çarpıntıya yorgunluk, zayıflık ve kısa nefes alışlar eklendiğinde geç kalınmaması gerektiği konusunda doktorlar uyarıyor.

KAÇIŞ SENDROMU


Dünyada sadece 791 hastalığa rastlanmıştır. ABD’de 10, Fransa’da 32 kişide Türkiye’de ise ilk defa Mehmet Ali Erbil’de rastlanmıştır. Kaçış sendromu ilk kez 1960 yılında Clarkson ve arkadaşları tarafından tanımlanmıştır. Damar içi sıvısının azalması ile, şok atakları ortaya çıkar. Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa, Hindistan, Japonya, ve Kuveyt de dahil olmak üzere, dünyanın dört bir yanından hastalar tespit edilmiştir. Yaşamı tehdit eden bir hastalıktır.

Kaçış Sendromunun Belirtileri
Ataklar arasında hasta sağlıklıdır. Neye bağlı olduğu ve bedenin çalışmasının nasıl bozulduğu henüz tam olarak belli değildir. Kılcal damarların içinden dışarıya sıvı çıkış hızı ve miktarında artış meydana gelir. Kılcal damarlarda ortaya çıkan bu değişiklikle damar dışına sıvı sızması arttığı bilinmektedir. Akciğer kalp karın zarı gibi bedenin iç boşluklarına ve kaslarının içine, damar içindeki sıvılar sızarak buralarda biriktiği görülmüştür. Damar içinden beden boşluklarına sıvı kaçışına neden olan ihtimaller olsa da esas nedeni bilinmemektedir. Hasta şikayetleri günlük hayatta sık karşılaşılan şikayetlerdir. Hastalar sıklıkla bulantı, karın ağrısı, kusma, halsizlik, kas ağrıları, yorgunluk gibi belirgin tanımlayıcı özellik göstermeyen yakınmalar ile başvururlar. Klinikte en sık kana karışan mikrobik etkenlerin ortaya çıkardığı gözlenmiştir. Ataklar sırasında ise, damar içi sıvısının ani ve çok miktarda azalması, kanda Albumin düzeylerinin düşük olması, kanın koyulaşması-akıcılığının azalması, bazen de Monoklonalgamopati denilen özel bir laboratuvar bulgusu tespit edilebilir. Gözlenen hastalarda yaygın bir şekilde bağırsaklarda ödem, asit, akciğer ve kalp zarında ve hatta kaslarda sıvı birikip, yaşamı tehdit edici etkileri tespit edilmiştir.

Tedavisinde Düzenli Takip Şart Kaçış Sendromundaki ani ve hızlı olarak gelişebilen kan basıncı (tansiyon)düşüklüğü yoğun tedavi ve takiple önlenemezse, birden fazla organın çalışması yetersiz hale gelebilir. Bu da hasta için uzun tedavi dönemi hatta ölüm anlamına gelebilir.

Sıvı-elektrolit tedavisi kan basıncının normallerde tutulmaya çalışılması böbrek, kalp ve beyin gibi hayati organların hasra görmesini engelleyebilir. Kortizonlu ilaçlar tedavide kullanılır.

HUZURSUZ BACAK SENDROMU

Huzursuz Bacak Sendromu Nedir?

Huzursuz bacak sendromu otururken ve yatınca bacaklarda olağan dışı bir rahatsızlık hissi ile kendini gösteren genellikle hastalar tarafından tam olarak ifade edilemeyen belirtileri vardır. Ancak ortak belirtileri şu şekilde sıralayabiliriz; uyluk, bacak ve ayaklarda, hatta bazı hastalarda kollarda ürperme, kaşınma, ağrıma, ezilme, yanma, karıncalanma olarak ifade edilebilir. Bazı hastalarda ise kas krampı veya uyuşma ile karıştırabilen bir hastalıktır. Bacaklardaki huzursuzluk hissi dinlenme zamanlarında ortaya çıkar. Hem kadınları hem de erkekleri etkiler görülebilir, herhangi bir yaşta başlayabilir veya yaşla birlikte şiddeti artabilir. Huzursuz bacak sendromu uyku kalitesini bozar, gündüz uykusuzluk haline yol açar. Hastalık hareketsiz kalma ile ortaya çıkar. Bir süre uzanıldığında veya oturulduğunda ortaya çıkar. Hareket etme ile yakınmalar azalır. Hastalar önleyemedikleri bir hareket etme isteğinden bahsederler. Bacaklarını gererek yatakta hareket ettirmek gerekse birkaç adım yürümekle yakınmalar azaldığı görülmüştür. Yakınmalar akşamları artar. Gündüz saatlerine göre akşamları aynı koşullarda yakınmalar daha yoğun izlenir. Uykuda bacak hareketleri sıklaşır. Hastaların önemli bir kısmında uykuda bacak hareketleri sendromu olarak adlandırılan ayrı bir hastalık ile birlikteliği sıklaşır. Yaklaşık hastaların %80'inde bu iki hastalık birlikte gözlenir. Huzursuz bacak sendrom gözlenen hastaların büyük kısmı yatmakta veya yatakta uyanık kalmakta güçlük çekmektedirler. Gündüz yapılan şekerlemelerde de hastalar sıkıntı yaşayabilmektedirler. Hastalardaki belirtiler bacaklarda önemsiz hafif yakınmalardan, depresyonu yol açan, yaşamdan zevk alamama noktasına kadar giden geniş bir yelpazede kendini gösterebilir. Hastalığın şiddeti zaman içinde değişiklikler gösterebildiği gibi bazı zamanlar kaybolup sonra yine ortaya da çıkabilir. Huzursuz bacak sendromu her yaşta hatta çocuklukta bile ortaya çıkabilir. Çocuklarda büyümeye bağlı ağrılar olarak algılanabilir. Hangi yaşta ortaya çıkarsa çıksın zaman içinde ağırlığı genellikle artış gösterir.

Huzursuz Bacak Sendromuna Neden Olan Etmenler Nelerdir?

Hastaların çoğunda huzursuz bacak sendromuna neden olan faktörün ne olduğu tam olarak tespit edilememektedir. Araştırmacılar beyinde Dopamin seviyesinde dengesizlik olmasını sorumlu tutmaktadırlar. Ailesel geçiş önemlidir. Yani anne ve babasında huzursuz bacak sendromu olanlarda bu hastalığın ortaya çıkma ihtimali daha yüksektir. Özellikle genç yaşta huzursuz bacak sendromuna yakalanan hastaların bu hastalığı çocuklarına aktarma ihtimali daha yüksektir. Gen haritalarının çıkarıldığı günümüzde huzursuz bacak sendromunun da geni bulunmuştur. Stres ile hastaların yakınmaları daha da şiddetlenmektedir. Gebelik veya hormonsal değişiklikler de geçici olarak yakınmaları artırabilir. Bazı kadınlar huzursuz bacak sendromu ile ilk olarak hamilelikte özellikle de hamileliğin son 3 ayında rahatsızlığın başladığını söylemişlerdir. Hamilelikte bu yakınma ile karşılaşan hastalarda doğum yaptıktan 1 ay sonra yakınmalar geriler ve kaybolabilir. Huzursuz bacak genellikle altta yatan önemli bir hastalık ile birlikte görülebilir. Özellikle demir eksikliği veya böbrek yetmezliği ile görülmektedir.

Bu Hastalara Tanı Nasıl Konur? Huzursuz bacak sendromu hastalar yakınmalarını kolay ifade edemedikleri, özellikle ülkemizdeki doktorlar da tıp fakültelerinin çoğunda ders olarak anlatılmayan bir hastalık olduğu için bu konuda yeterli eğitim almadıklarından kolay atlanabilen bir hastalık değildir. Siz de kendinizde huzursuz bacak sendromu olup olmadığından şüphelenebilirsiniz. Aşağıdaki soruların iki veya daha fazlasına evet yanıtı veriyorsanız en kısa zamanda bir doktorla görüşmenizde yarar var.

  • Otururken veya uzanırken bacaklarınızda tanımlayamadığınız kötü bir his oluyor mu?
  • Bu his nedeniyle bacaklarınızı hareket ettirmek zorunda kalıyor musunuz?
  • Bacaklarınızı hareket ettirmek bu yakınmalarınızı azaltıyor mu?
  • Bu yakınmalarınız günün ilerleyen saatlerinde daha fazla mı oluyor?
  • Gündüz uykunuz geliyor mu? Kendinizi uykusuz hissediyor musunuz?
  • Uykuda bacaklarınızı veya kollarınızı ritmik olarak hareket ettirdiğiniz söylenir mi?
  • Ailenizde huzursuz bacak sendromu tanısı konmuş kimse var mı?
Huzursuz bacak sendromu tanısı için ne yazık ki henüz bir kan testi veya başka bir laboratuvar testi yoktur. Doktorunuz gerek görürse altta yatan nedene yönelik bazı kan testleri veya diğer testler önerebilir. Huzursuz bacak sendromu nedeniyle uyku testi yapmak genellikle gerekmemektedir, ancak eşlik eden periyodik hareketleri sendromu tespit etmek için bir gece uyku testi yapılması amacıyla uyku laboratuvarında kalmanız gerekebilir.


Hafıza Bozukluğuna Kadar Gidebilir
Özellikle bacaklarda sevimsiz bir huzursuzluk hissi ve istirahat sırasında dayanılmaz hareket ettirme isteği olur. Hareket ettikçe şikâyetlerde geçici azalma görülürse de, hareketin durmasıyla şikâyetler hemen tekrar başlar. Tipik olarak uzanma, dinlenme veya yolculuk ile tetiklenir. Uykuya dalma ve uykuyu sürdürebilme güçlüğüne sebep olur. Tedavi edilmezse günlük yaşamı etkileyecek düzeyde yorgunluk, konsantrasyon güçlüğü ve hafıza bozukluğuna sebep olabilir. Şikâyetler tipik olarak hareketle kaybolduğu için bu hastalar, sıklıkla oturdukları yerde sürekli bacaklarını hareket ettirme ihtiyacı duyarlar. Bulguların şiddeti kişiden kişiye değişiklik gösterir. Hafif olgularda sadece uykuya dalmada hafif güçlük görülebilir. Orta düzeyde ise haftada en az iki gece uykuya dalmada belirgin güçlük yanında, günlük yaşantının da hafif olarak etkilenmesi beklenir. Uyku sırasında 10-60 saniyede bir ortaya çıkan istemsiz bacak hareketleri vardır. Sık uyanmalara ve uyku bozukluklarına neden olur.

Hafif Egzersiz Faydalı Olabilir
Huzursuz Bacak Sendromu yaşayanların yaşamlarında bazı şeylere dikkat etmesi gerektiğinin altını çizen doktorlar, şu önerilerde bulunuyor: Alkol, sigara ve kafein, uykusuzluk ile huzursuz bacak sendromu bulgularını arttırabilir. Bu tetikleyicilerden kaçınılmasıyla ağrılarında anlamlı düzeyde düzelme gözlenebilir. Ayrıca bazı ilaçlar da benzer bulgulara sebep olabileceği için reçetesiz ilaçların kullanılmaması gerekir. Orta düzeyde egzersiz faydalı olabilir. Ancak ağır egzersizin ağrılarının artırdığı düşünülüyor. Ayrıca kişin sıkıntılı ortamlardan kaçınması da gerekir. Huzursuz Bacak Sendromu için nöroloji kliniği veya uyku merkezlerine başvurulması gerektiğini belirten doktorlar, Tedavide öncelikle altta yatan bir hastalık varsa bu hastalığın tedavi edilmesi gerekir. Örneğin demir eksikliğine bağlı olduğu saptanırsa demir eksikliğinin giderilmesiyle şikayetler kaybolabilir. Ancak birincil huzursuz bacak sendromu tanısı konulduğunda ilaç tedavileri veriliyor. Eğer hafif şikâyetler varsa sadece tetikleyicilerden kaçınmak ve uyku düzenlenmesi yeterli olabiliyor. Sıcak veya soğuk uygulamalar da bazı olgularda faydalı sonuç veriyor. İlaç tedavisi gerekli olduğu durumlarda, sıklıkla parkinson tedavisinde de kullanılan `dopaminerjik` ilaçlar veya santral sinir sistemi ilaçları kullanılıyor. Kişiden kişiye değişen yanıtlar nedeniyle her hastaya özgün tedavi verilmelidir” diyorlar.

Demir Eksikliği Huzursuz Bacak Sendromuna Neden Olabilir
Huzursuz Bacak Sendromunun birincil ve ikincil olarak ayrıldığını ve nedenlerinin değişken olabilir. Birincil olanların belirgin nedeni yoktur. 40-50 yaşından önce başlar, kadınlarda daha sık görülür, yavaş ilerler ve ailevi yatkınlık ön plandadır. İkincil olanlarda ise kadın ve erkek oranı eşittir. Başka hastalıklarla ilişkili olarak görülür.

Diğer hastalıklarla ilişkili olarak ortaya çıkar. Özellikle demir eksikliği anemisi, ikincil tip huzursuz bacak sendromu olan kişilerin %20`sinde saptanabilir. Ayrıca böbrek, şeker hastalığı, gebelik, romatizmalı hastalıklar ile ilişkili bulunmuştur. Ayrıca bazı antidepresan, antipepileptik ilaçlar ve grip ilaçları da bu sendroma sebep olabilir. Alkol, nikotin ve kafein de şikayetleri artırabilir.

Huzursuz Bacak Sendromu Nasıl Tedavi Edilir?
Demir eksikliği gibi altta yatan bir neden var ise unu tespit edip tedavi etmek huzursuz bacak sendromunu da tedavi edecektir ancak bu durum çoğu zaman mümkün olmamaktadır. Bu durumda da tedavi amacıyla yaşam şekli değişikliği önerileri ve ilaçlar ön plana çıkmaktadır. Bazı bulantı ilaçları, depresyon ilaçlarının çoğu huzursuz bacak sendromunu kötüleştirebilir. Ağrı kesici ilaçlar işe yarayabilir, ılık banyo ve masaj yapmak şikayetleri azaltabilir. Bacaklara sıcak veya soğuk uygulamak bacaklarda rahatsızlık verici hissi azaltabilir. Gevşemek için meditasyon yapmak bazı hastalarda işe yarayabilmektedir.
  • Her gün aynı saatte uyanın.
  • Gündüz vakti olabildiğince aydınlık ortamlarda bulunun.
  • Sabah çalışmaya başlamadan önce biraz yürüyüş yapın (İşe yürüyerek gidebilirsiniz). Günlük yürüyüş süreniz ortalama 45 dakikadan kısa olmasın.
  • Aldığınız kafeini (Kahve, çay, çikolata) kısıtlayın. Günde 2 fincandan fazla kahve içmeyin. Uykuya dalmakta veya sürdürmekte sorununuz varsa kafeini tamamen hayatınızdan çıkarın.
  • Mümkünse sigarayı azaltın, uyku ile ilgili sorununuz varsa sigarayı tamamen bırakmaya çalışın.
  • Alkol alımını kısıtlayın.
  • Uykunuz gelirse gündüz vakti kısa süreli uyuyabilirsiniz ama gece uykusuzluk çekiyorsanız gündüz uyumayın.
  • Yatak odanızı uyuma ve cinsellik dışında kullanmayın, yatak odanızı çalışma odası olarak kullanmamalısınız.
  • Yatak odanız ısı, ışık ve gürültü açısından sizi rahat ettirecek şartlarda olmalıdır,
  • Uyumadan 1 saat önce günlük işlerinizi bitirin, 15 dakika boyunca o gün yaşadığınız sıkıntıları, başarıları ve mutlulukları bir kağıda yazın sonra 45 dakika boyunca gevşemeye çalışın, uyarıcı olmayan şeyler yapın (hafif şeyler okuyun, klasik müzik dinleyin, ılık köpüklü bir banyo yapın.
  • Eğer yaklaşık 15 dakika içinde uyuyamadıysanız kalkın ve başka bir odaya gidin ve uykunuz gelinceye kadar gevşemeye çalışın, uykunuz gelince tekrar yatağa gidin.


Hiç yorum yok: